Yeni e-ticaret kanununu pahalı bir deney mi?

Türkiye’de e-ticaret sektörü yeni oyuncular ve yeni iş modelleriyle şekillenirken hacmi de hızla artıyor. Hızla gelişen böyle bir sektör elbette düzenleyicilerin de dikkatini çekiyor. Özellikle Avrupa Birliğinde bu pazarlara yönelik düzenleyici yaklaşımlar Türkiye’de de yankı buluyor. Bir yanda Rekabet Kurumu büyük teknoloji firmalarını dizginlemeye çalışan yeni kurallar tasarlarken, geçtiğimiz yıl Ticaret Bakanlığının girişimleri ile mevcut e-ticaret kanununa bu konuda eklemeler yapıldı bile. Her ne kadar Danıştay bu kanuna dair yönetmeliğin yürütmesini durdurmuş olsa da son Anayasa Mahkemesi kararı ile kanun yürüklükte ve bağlayıcılığını koruyor. Bu yazıda e-ticaret kanununa yapılan tartışmalı bazı eklemeleri ele alacağız.

E-ticaret kanundaki değişiklik, Avrupa Birliğindeki düzenlemelere dair bir ruh barındırsa da şimdiye kadar pek rastlamadığımız ve anlamlandırmakta zorlandığımız bazı kısıtlamaları da beraberinde getiriyor. Bunlardan en tartışmalı olanları, belli bir ölçeğin üzerindeki e-ticaret platformlarına getirilen reklam indirim bütçelerine dair kısıtlamalar ve ölçekleri ile orantılı şekilde artan kademeli lisans ücretleri. Bu iki madde büyük e-ticaret platformlarının daha da büyümesini sınırlamayı amaçlayan, fakat başka ülkelerde pek de örneğine rastlamadığımız düzenlemeler olarak karşımıza çıkıyor. Söz konusu düzenlemelerin İktisadi temellerinin olup olmadığı ise bir başka tartışma konusunu oluşturuyor.

Her ne kadar kanun değişikliğinin iktisadi bir temele sahip olup olmadığı konusunda tereddütler olsa da 1 triyon liranın üzerinde bir hacme sahip, milli gelirin yaklaşık yüzde 5’ine denk bir sektör için yapılan düzenlemenin arkasında zihinsel bir modelin olmayışı kolay kolay kabul edilebilecek bir durum değil. Biz de böyle düşünerek, kanun değişikliğinin gerekçesinden başlayarak bir arayışa girdik. Gerekçede belirtilen “tekelleşmenin önüne geçilerek pazara yeni aktörlerin girişinin kolaylaştırılması ve pazarın dengeli ve sağlıklı büyümesinin sağlanması amacıyla, ölçekler de dikkate alınarak” e-ticaret pazarlarının yapısına yönelik bir yaklaşımın benimsendiğini gördük. Bu türden bir yaklaşımla hazırlanan kanun değişikliğini, akademik bir düzeyde tartışılabilmek amacıyla da son yıllarda rekabet ve regülasyon çevrelerinde etkili olan Neo-Brandezyen (Neo-Brandeisian) hareket ile benzerlik ve farklılıklarını ortaya koymaya çalıştık.

Neo-Brandezyen hareket

Neo-Brandezyen hareket, ABD’deki rekabet politikasında köklü bir değişikliğe ihtiyaç olduğunu savunan Timothy Wu ve Lina Khan gibi hareketin öncüleri olan akademisyenlerin uygulamada görev almalarıyla daha görünür hale gelen bir düşünce hareketini simgeliyor. Özellikle, büyük teknoloji firmalarının dijital pazarlardaki güçlerinin artmasıyla kendinden daha da çok söz ettiren bu hareket, rekabet hukuku uygulamalarının modern sanayi iktisadı argümanlarının ötesine geçmesini savunuyor. Büyük teknoloji firmalarına karşı salt rekabet yasalarının yeterli olmadığını, bu yasaların ötesinde özel birtakım kuralların ve düzenlemelerin gerekliliğine işaret ediyor. Harekete ismini veren Louis Brandeis, 1916 – 1939 arasında Amerikan Yüksek Mahkeme yargıçlığı yapmış, tekelciliğin iktisadi olduğu kadar toplumsal ve siyasal olarak da olumsuz sonuçlarına işaret etmiş biri. Brandeis’ın “büyüklüğün laneti” (the curse of bigness) olarak imgeleştirdiği bu düşüncesi, bugün “büyük kötüdür” (big is bad) olarak simgeleşmiş durumda.

Her ne kadar Neo-Brandezyen hareket, büyük teknoloji firmalarının dijital pazarlardaki aratan etkisine karşı ortaya çıkmış olsa da – nitelikli yayınları okuduğumuzda – artan pazar gücü dışında, emeğin düşen payı, artan eşitsizlikler, tehlike altındaki mahremiyet, vb. konuları kapsayan bir eleştiriye sahip olduğunu görüyoruz. Hareketin ajandasında ise rekabet kurallarının bu sayılanlarla mücadele için yetersiz olduğu, bu kuralların ötesinde özel tasarlanmış kurallara ihtiyaç olduğu vurgulanıyor. Konumuz açısından daha önemlisi ise, pazarlardaki yapı (hangi büyüklükte kaç firmanın olduğu) ve gerektiğinde rekabetçi sürecin devamı için firmaların büyüklüklerinin kontrol altında tutulmasına işaret edildiğini görüyoruz.

Kanun değişikliğine geri dönersek

Başta söylediğimizi hatırlatırsak, milli gelirin yüzde 5’ine denk bir sektörün düzenlenmesinin nasıl bir yaklaşım ile ele alındığını anlamaya çalışıyorduk. Bunu yaparken de kanun değişikliğinin, Neo-Brandezyen hareketin temel düşünceleri ile ne oranda örtüştüğünü ve nerelerde farklılaştığını ortaya koyarak somutlaştırmayı amaçlıyorduk.

Açıkçası, “büyüklüğün laneti” ya da daha popüler haliyle “büyük kötüdür” anlayışı dışında bir benzerlik kurmanın oldukça zor olduğunu gördük. Gerekçede de belirtildiği gibi, rekabetçi sürece zarar verebileceği düşünülerek, belli bir ölçeğe erişmiş e-ticaret platformlarının daha da büyümesinin reklam ve indirim harcamalarının sınırlandırılmasıyla engellenmeye çalışıldığını, buna rağmen büyüyenlerin ise yüksek lisans ücretleri ile cezalandırılmaya çalışıldığını anladık.

Fakat, Neo-Brandezyen hareketin toplumsal çıkarları ön planda tutan diğer boyutlarına pek de rastlamadık. Hatta, tüketiciler açısından olumsuz bir yaklaşımın sergilendiğini bile söylememiz mümkün. Örneğin reklam ve indirim, pazarda hakimiyet sağlamaya yardımcı olduğu kadar tüketicileri bilgilendirme ve düşük fiyat sunma imkânı sağlayan uygulamalar. Bu olumlu ve olumsuz etkilerden hangisinin ağır bastığını bilmek, özellikle bir düzenleme yaparken oldukça önemli. Ancak biz kanun değişikliği yapılırken, hangisinin daha ağır bastığına dair bir hesap yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz. Diğer taraftan, e-ticaret pazarları hem arz hem de talep tarafında (ağ etkileri gibi) ölçek ekonomilerinin etkili olduğu pazarlar. Kanun değişikliği ile lisanslar için belirtilen eşikler nasıl hesaplandı, neye göre belirlendi? Arkasında bilimsel bir hesap yatırıyor mu? Bu soruların cevaplarını da bilmiyoruz. Özetle, özelde bu yazıda ele aldığımız iki konu için, genelde ise kanun değişikliğinin bütünün etkilerine dair fikir jimnastiğinin ötesinde bir tartışmanın ve ciddi bir araştırmanın yapılmadığını görüyoruz.

Peki, ne yapılabilirdi?

İktisat teorisi ve uygulaması, regülasyonu (yani piyasaların kamu eliyle düzenlenmesini) “ikinci en iyi teorisi” (theory of second-best) çerçevesinde inceliyor. Daha somut bir ifadeyle, regülasyonun kaş yaparken göz çıkartma potansiyeline işaret ediyor. E-ticaret pazarları – özelikle ağ etkileri (network effects) sebebiyle – bazen tekelleşme eğilimi gösterebilen kalıcı aksaklıkların olduğu pazarlar. Ancak bu tür pazarlar aynı zamanda dinamik ve karmaşık bir yapıya da sahipler. Bu nedenle bir düzenleme yapılırken, ileriye yönelik etkileri açısından tasarım büyük bir önem taşıyor. Zira, iyi bir tasarım gücün kötüye kullanılmasını engelleyip rekabeti tesis ederken, kötü bir tasarım bugün tüketicileri yarın da inovasyonu olumsuz yönde etkileyebiliyor. Tasarımın iyi ya da kötü olması ise nitelikli bir regülasyon etki analizinin yapılıp yapılmadığına bağlı. Aksi halde, etkisi geleceğe sarkan pahalı bir deney yapmış oluyorsunuz. Biz – özelikle bu yazıda tartıştığımız konular açısından – kanun değişikliği ile ortaya çıkabilecek böyle bir olasılığa işaret etmek istedik.

Doç. Dr. Emin Köksal, Bahçeşehir Üniversitesi, emin.koksal@eas.bau.edu.tr